İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ölümle İç İçe Bir Yaşam: Dostoyevski

Son güncelleme tarihi 25/01/2019

Yazdığı romanların ana kahramanları içinde bir ruh misali dolaşan bir Rus yazar, dünya edebiyatına damgasını vurmuştur. Aslında halen de vurmaktadır. Kendisini henüz okumamış olan insanlar bile bir yerden, bir şekilde onun adını duymuştur. Hayatı ilmik ilmik inceleyen, okuru yaşadığı ve yaşattığı anlarla düşündüren, düşündürürken de kendisine hayran bırakan bir yazardır o: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.

Dostoyevski’nin hayatını dümdüz bir biyografi kitabı gibi sunmayacağım. Hayatını eserleriyle paralel bir şekilde incelemek, onu daha iyi anlamayı sağlayacaktır. 1821’de Moskova’da doğan yazar, sarhoş bir baba ve hasta bir annenin çocuğu olarak doğmuştur. Altı çocuklu bir ailenin ikinci çocuğudur. Babası, kendisi 18 yaşındayken vurularak öldürülmüş bir doktordur. Annesiyse babasından 2 yıl önce ölmüştür. Sanıyorum ki Dostoyevski, ailesinde hiçbir zaman mutluluğu, daha doğrusu huzuru tam olarak bulamamıştır. Zira bu bozuk aile kavramı, neredeyse her romanın rastlanılan bir öge olmuştur. İçkici ve har vurup harman savuran aile babaları, acı çeken anneler ve bu ikisi arasında biraz olsun rahat nefes almaya çalışan aile çocukları… İşte Dostoyevski buydu ve romanlarında da bu tip karakterlere yer verdi.

23 yaşına kadar zorlu hayatında tek tutunabildiği şey askeriyeydi. Harp okulundan mezun oldu olmasına, ancak bir yandan da gözü hep edebiyattaydı (Puşkin’in 1837 yılındaki ölümüne çok üzüldüğü söylenmektedir). Henüz 24 yaşında İnsancıklar romanını yazdı, 1 yıl sonra da Öteki isimli romanını. Adı yavaş yavaş duyulmaya başladığı sıralar, kendisine sara teşhisi kondu. Belki de bu, Dostoyevski’nin dönüm noktası oldu. Fark ediliyor ki, bu dönemden sonra yazdığı roman karakterleri (özellikle ana karakterler) sara nöbetleri geçiren, sık sık kalbi çarpan ve heyecanlanan, hayatta hep hayal ettiğiyle kalan ve hayata gitgide soğuklaşan, donuklaşan kahramanlar oldu. Bunun en iyi örnekleri Suç ve Ceza’daki Raskolnikov ve Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’daki Alyoşa olmuştur. Aslında Alyoşa, Raskolnikov’un bir önceki hali gibidir. Eskiden daha canlı, daha istekli ve daha duygusal olan Dostoyevski, ömrünün sonlarına doğru yazdığı Suç ve Ceza’da daha donuk, silik, toplumdan uzak bir karakterle okurunun karşısına çıkmıştır.
Kitaplarını yayımlamaya devam eden Dostoyevski, henüz 30’lu yaşlarına yeni girmişken kürek cezasına çarptırılır. 1849 yılında yaşadığı bu olay, hayatının bir başka dönüm noktası olmuştur. Zira Dostoyevski, idam cezasına çarptırılmış ve cezası son anda, idamından yalnızca birkaç dakika önce affedilmiş ve kürek cezasına çevrilmiştir. Dostoyevski bunu ömrü boyunca unutmaz, unutamaz. Hatta roman kahramanlarına da bu anı yaşatır. Suç ve Ceza’da Raskolnikov’u betimlerken şunları söyler: “Bu duygu, ölüm cezasına çarptırılmış birinin, idam sehpasına götürülürken birden, hiç beklenmedik bir anda kendisine bağışlandığı açıklandığında duyacağı duygunun aynısıydı.”

Yazarlığa 10 sene kadar ara vermiştir Dostoyevski. Kürek cezası 4 yıl sürer, 1857’de Marya Dimitriyevna İsayeva’yla evlenir. 1860’ta Ölü Bir Evden Hatıralar’ı yazmaya başlar, Zaman(Vremya) adlı dergiyi çıkarmaya başlar. Maddi durumu düzelmeye başladıkça kendini kaybetmeye başlar. İşte üçüncü dönüm noktası da burası olur. Avrupa’yı gezer, fakat daha ziyade kumarhane ve eğlence yerlerinde gününü gün etmektedir. Anılarını kitaplaştırır, bolca eğlenir. 1864’te Yeraltından Notlar gelir, aynı yıl karısı ve kardeşini kaybeder. Çöküş başlar, Dostoyevski kardeşinin borçlarını üstlenir. Suç ve Ceza isimli kendisine oldukça ün katan kitabını yayımlar. Dergisi maddi imkansızlıklardan kapanır. Kumarbaz isimli kitabını da, aslında yaşadığı zor günleri, kumara düşkün olduğu zamaları düşünerek yazar. Yayımcı kendisine çok az süre verir ve Dostoyevski bu süreyi geçmemek adına kitabı alelacele, yalnızca 26 günde yazar. Bu kitabı, yeni tanıştığı sekreter bir kız olan Anna Grigoriyevna’ya armağan ettiğini söyler. Zaten bu kitaptan sonra kendisiyle uzun süren Avrupa seyahatlerine çıkacak ve tekrardan parasızlığın yolunu tutacaktır.

Hayatının son 20 yılı Dostoyevski için oldukça zor olmuştur. Avrupa’yı epey bir gezmiştir gezmesine ama; yeni doğmuş kızı Sofia’yı kaybetmiştir. Sara nöbetleri artmaya başlar ve solunum yetmezliği de başlar. Tedavi içi 1874’te Almanya’nın Bad Ems şehrine gider. Bir sene sonra Delikanlı’yı yayımlar. 1878 yılında oğlu Aleksey ölür. 2 sene sonra da Dostoyevski’nin kendisi… Ölmeden bir yıl önce, hastalığın pençesindeyken Karamazov Kardeşler’i tamamlar. 60 yıllık hayatına çok sayıda roman, çeviri ve gazete yazıları sığdıran Dostoyevski, 28 Ocak 1881’de St.Petersburg’ta hayata gözlerini yumar. Cenazesine otuz bini aşan bir kalabalık katılmıştır.

Dostoyevski’yi en iyi anlatan roman bana göre Suç ve Ceza ve ana karakteri Raskolnikov’dur. Özellikle 1860 ve sonrasında hayata karşı daha soğuk, eski romantizminden uzak bir karaktere bürünen Dostoyevski, bu romanda Raskolnikov’la kendisini olayın içine sokmuştur. Düşünceleri, hareketleri, hatta geçrdiği nöbetler bile bana kalırsa Dostoyevski’nin birebir yansımasıdır. 1860 öncesi yazdıklarındaysa ana karakter aslında yine birçok açıdan Dostoyevski’yle örtüşür, ancak bu karakter hayata daha romantik bakan, daha umutlu ve neşe doludur. İnsanlar böyle değil midir zaten, döneme göre şekil alan varlıklarız yalnızca. Zevklerimiz ve ana kabuğumuz ekseninde dönüp dolanmaktayız. Nereye gideceğimiz, neyi seveceğimiz, ne olacağımız her zaman belirsiz. Bu belirsizlik içinde acılara karşı güçlü durup asla bahane üretmemek esas mesele. Tıpkı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski gibi…

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir